Ateş böceklerinin vızırtısı, yaşlı tomrukların göğe uzanan gövdeleri. Toprak kokusu sadece bizi çekmiyor, yapraklar ve ağaçlar da ona aşık. Ama ağaçların arasında bir yürüyüş, doğanın içinde bulunulan diğer zamanlardan çok farklı. Bir karanfil bahçesi mesela, karanfillerin ak kokusu, havaya akan karanfil dokusu. Ya da bozkırda ufuğa doğru at binmek, ruhun içinden gelen ebedi bir yolculuk. Bunlar çok farklı deneyimler. Ağaçların arasında kutsal bir bağ var, insanların arasında olan ağlar kadar geniş. Tekil ağaçlar çoğul oluyor, teke karışıyor, orman bir bütün. Asla kırılmayan dalları ve dik duruşları ile ağaçlar sonsuza doğru birlikte eriyor. Bir karanfil bahçesinde her çiçek tabii yine tek ve varlığında özeldir, ama karanfiller göğe dağılmak için var.
Ağaçların arasında yapılan bir yürüyüşün metafiziksel özelliklerini göz ardı edemeyiz; ormanın o bölgeye kazandırdığı tenhalık ve izolasyon. Ruh kendini süzebilir. Ağaçların arasında kendi hayaletlerimizi görebilmekle birlikte, başkalarının ruhlarının içine bakabiliriz. Ormanın bir noktasından diğer bir noktasına yürümenin, küçük çaplı ve kısa süren bir hacdan farkı yoktur. Bizi birlikte tutan ağlar ve ruhu oluşturan bağlar da bir o kadar kadim ve kutsaldır. Ağaçların özelliği de bu. O yürüyüşün verdiği his, sadece bir yürüyüş değil, uygulanması gereken bir emiri anımsatır. Ormanın ruhu insanın ruhuna hitap ediyor.
Birbirine çarpan doğanın çıkardığı hışırtı sesi, çam kabuklarından fışkıran reçine kanımız gibi akıyor. Yere akan yapraklar da öyle, Tanrı'ya akan ağaçlar da.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder