algiz(man) - mannaz - algiz(man)koruma - insan - koruma
hayat - insan(akıl-bilinç) - hayat
Hayat dediğimiz, bir şeyin şeylerle mekanik bir ilişki kurabilme yetisidir.
Yaşayan varlık, kendisine yakın olan ile mekanik bir ilişkiye kurabilmeye özlem duyar, bu özlem kendisini ebedi öz prensipiyle birlikte belirtir. Bu özlemin kaynağı ise şeylerin özünün aynı zeminden çıkmaları, Tanrı'ya içkin olup Tanrı'nın içinde kapsanmalarıdır.
Mekanik ilişki kuramı/gerekliliği, şeylerin şeylerle aktif olarak etkileşimde bulunmalarını, bu ilişkinin kendisini sürdürmesini ifade eder. Eğer mekanik bir ilişki bulunmazsa, varlıkların gerçek anlamda yaşam sahibi oldukları söylenemez, çünkü ortada yaşam için duyulan bir özlem yoktur.
Mekanik bir ilişki, etkileşim belirten herhangi fiil-bağ olabilir. Atomun atomla kurduğu mekanik ilişki, gerçekliğin dokusunu oluşturur. Kan hücrelerinin birbirleriyle olan bağı, kan sıvısını meydana getirir. Solunum yoluyla alınan oksijen, glikozu parçalayarak ortaya enerji çıkarır. Ağıza giren şarap, dopamin peptidlerinin ve diğer nörotransmiterlerin salınımını uyarır. İnsan Tanrı'yla özgürlük yoluyla mekanik bir ilişki kurar; özgürlük sayesinde Tanrı'ya içkin olarak, Tanrı'dan ayrı bir şekilde, Tanrı'yla hür bir etkileşimde bulunabilir.
Hayat, mekanik ilişkiler ile büyür ve dağılır; hayat özünde sadece mekanik bağlar sayesinde iletilebilen bir esanstır.
Conway'in hayat oyununu örnek alalım. Temsili-hayatın çoğalması veya ölmesi, komşularına bağlıdır. Bu komşular içinde aynı prensip geçerli olduğundan, hayat oyununun ana kuralı mekanik ilişkilerin kurulup dağılmalarına dayanır. Temsili-hayat teşkil eden hücreler, birbirleriyle kurdukları ilişkiler sonucu yeni jenerasyonlar oluşturur ve toplam-kütle zamanla büyür. Bu, basitlikten kompleksiteye olan, yaşam sürecinde bir ilerlemedir.
Doğa, birliğe sahiptir. Doğanın tümü, Tanrı'ya içkindir. Bunun nedeni, tüm varlıkların Tanrı'nın zemininden çıkmaları, Tanrı'nın zemininin ilahi olmayan bir unsur bulundurabilmesidir. Doğa, yaşayan doğa, Tanrıdır. Fakat, Tanrı içinde kapsanmak, Tanrı'dan bağımsız bir şekilde hareket edemeyeceğimiz anlamına gelmez. Özgürlük, kendisini en canlı şekilde insanlarda teşkil eder. Ahlaki bir boyut kazanan yaratılış ilkeleri, iyiye ve kötüye kabiliyeti insanın doğası haline getirir, insanı Tanrı'dan bağımsız kılar. İnsan, kendi ebedi özünü, kendi ebedi kararlarıyla belirler. İnsan da doğaya özgürlüğü bu şekilde kazandırır, özgürlük insan kaynaklıdır. Tanrı, insanda kendisini görür. Doğaya baktığımızda, bizde kendimize bakarız; kendi özümüze, kendi ruhumuzun içine.
Özgürlük olgusu olmadan canlı bir Tanrı anlayışı mümkün değildir, çünkü insan Tanrı'yla mekanik bir ilişki kurmamaktadır. Bu da Tanrı'yı ölü, durgun ve hareketsiz bir varlık yerine koyar, Tanrı'yı panteist anlayışta sadece madde olarak ele alır. Tanrı'ya içkin olan tüm şeyleri kusursuz sanmak ise, bir günahtan öte değildir. Özgürlük, kusura izin verdiği için, sonuç olarak mekanik ilişkilerin kurulmasına sebep verdiğinden, felsefenin merkezi haline gelir. Özgürlük, özünde iyiye ve kötüye yetkinliktir, bu da insanı ahlaki olarak Tanrı'dan ayrı kılar; çünkü özgürlük insandan çıkmıştır, ve bu sayede Tanrı'nın kusursuzluğu mutlaklık ile birlikte ebedi özgürlüğe sahiptir. Cisimsiz olan Tanrı, doğasıyla bir olmak zorundadır. Kusursuz bir varlığın, makinaların en iyisini istemesi, mantıksız olurdu.
Tanrı, tamamiyle basittir. Tüm kompozitler potansiyele ve aktüaliteye sahiptir. Tanrı tamamiyle aktüeldir, yani kompozit değildir ve sonuç olarak tamamiyle basittir. Bu basitlikten, ebedi potansiyel ve sonsuz unsur, kazalar sayesinde sonsuz karışıklığa doğru ilerler.
Fakat insan, doğasıyla bir değildir. İnsanlık maddesinden oluşan insan, kazalar yüzünden tekil ve özel bir varlıktır.
Tanrı, özünde, sonsuz unsura ve potansiyele sahip olan bir maddedir, tekil bir varlık değildir. Tüm şeyler, bu varlığın zemininden çıkmaktadır.
Evrendeki canlı olan her şey mekanik ilişkiler kurabilme yetisine sahiptir. Hayat, fraktal yapılıdır. ''Evreni nüfuz eden yaşam-gücü tek bir kozmik yapı (Tanrı) olsa bile, bu yaşam-gücü doğasında fraktaldır; kendisinin minyatür örüntülerini oluşturur.'' Fraktal yapı, sonsuz gelişime ve kompleksiteye izin verir; ama evren özünde tamamiyle basittir. Evreni tecelli ederiz; Tanrı bizi tecelli eder, bizde onun ahlaki varlığını tecelli ederiz. Tanrı, kendisini evrende fraktal olarak tecelli eder, tüm şeyler Tanrı'dan gelişir.
Ouroboros'u inceleyelim. Ejderhanın başı (rahu) ejderhanın kuyruğuyla (ketu) ebedi bir mücadele içindedir. Baş; yıkımı, ölümü temsil ederken, yumurta verebilen kuyruk; oluşumu ve doğumu temsil eder. Aslında bunun bir yaşam sürecini de tecelli ettiğini görebiliriz, fakat bu yaşam sürecinin bir başı veya sonu yoktur. Ouroboros, doğanın ebedi faşizminini en iyi sembolize eden imgedir. Doğada, evrende, eşitlik diye bir şey yoktur.